Aile Dizimi Terapisi & Sertifikalı Eğitimler

Zihin Nasıl Bir Şeydir?

İçindekiler

Zihin Nasıl Bir Şeydir?

“Sangeet,

Bir soru sormak istiyorum ve eğer mümkünse cevaplamanı istiyorum. Ama sorudan önce birşeyler yazayım.

Ben şuna yürekten inanıyorum ki, hiç bir şey boş yere yaşanmıyor. Ben de son 2-3 yıldır yaşadıklarımdan sonra bunu anladım. Ve bu süre zarfında çok şey öğrendim. Ben ilk olarak Eckart Tolle’nin “Şimdi nin Gücü” kitabını okuyarak başladım ve bir çok kitap okudum ve hala da okumaktayım. Ve okuduğum kitaplarda şunu farkettim, yıllardır bir şekilde hissettiğim şeyleri gördüm bu kitaplarda. Ama insan anlatamıyor, yani lisan yetmiyor. Osho’nun “Sır” isimli kitabında da lisanın bu konuda yetersizliğinden bahsediliyordu. Şimdi diyeceksin ki, bu adam bu kadar şey yazdı, kesin güzel bir soru sorar. Sorum kısa:

Ben zihnimi nasıl susturabilirim? Beni öyle rahatsız ediyor ki, onunla kavga etmek de istemiyorum, denildiği gibi. Bana bu konuda bir cevap verebilir misin?

Özcan G.”

Sevgili Özcan,

Lisan ve sözcükler her zaman için bizim tecrübelerimizi ve hayatın kendisini simgeleyen şeylerdir. Ve biliyoruz ki bir şeyin simgesi o şeyin kendisi değildir. Bu anlamda tanımı gereği sözcükler, dilin kendisi yetersizdir. Çünkü hakiki olanın temsilcisidir onlar. Aslında onları temsil dahi etmezler. Çünkü her sözcüğün birden fazla anlamı ve yan anlamları vardır.

En basitinden şöyle bir örnek vereyim. Elma sözcüğü elmanın kendisi değildir. Elma yediğinde sende bir tecrübe yaşatan, seni besleyen, var oluşunun sürekliliğini sağlayan besinleri sana sunan maddenin belli bir formudur.

Elma sözcüğü “bana elma ver” derken anlamlıyken yaşadığın tecrübenin ne olduğunu anlatırken hiç de işe yaramayacaktır.

Bir kimse elmayı sevmiyor olabilir ve sen elma harika bir şey dediğinde bu karşı taraf için başka bir anlam ifade edecektir.

Elma tatlı demek bile anlamsızdır. “Tatlı” bütünüyle subjektif bir tanımlamadır. Hayatı boyunca çok az tatlı almış bir insanın “tatlı” dediği şey her gün çok miktarda tatlı tükettiği için tatlı eşiği çok yüksek birisi için “ekşi” anlamına gelebilir..

Gayet somut olan ve herkesin aşağı yukarı tadını bildiği bir şey için dahi asla doğru iletişimi kurduğumuzdan yüzde yüz emin olamayacak durumdayken, Tanrı, meditasyon, sevgi, aşk, huşu, dinginlik vs. gibi son derece soyut kavramları dil aracılığıyla aktarmak imkansız bir şeydir.

Dil ile sadece insan negatif olarak neyin mümkün olmadığını ifade edebilir. Tıpkı bu yazıda olduğu gibi.

Dil sadece ilkel insanların ilk konuşmaya başladığı dönemlerde somut şeyler hakkında kullanılmak üzere icat edilmiştir. Mesela bir mamutu avlamak için işbirliği yapma konusunda gayet işe yaramış olmalı.

Halen bir grup insan ortak bir eylem yapacakken somut işlevleri var dilin. Daha doğrusu nesnel konuların iletişimini yaparken lisan son derece işlevseldir.

Ancak, öznel yani subjektif tecrübeleri anlamlandırmakta ve bunu başkalarına kayıpsız aktarabilmekte bir yardımcı değil engeldir.

Bu istisnasız böyledir.

Hakikat sadece dolaylı olarak ifade edilebilir: Sanatta olduğu gibi…

Ama hangi sanat eserinin bana herkes için aynı mesajı verdiğini iddia edebilirsin? Sanat da sadece bir ifade biçimidir. Tam anlamıyla bir iletişim sayılmaz. Daha tek yönlü bir iletişim. Sanatçıyı bize ifade eder ama bizim sanatla ilişkimiz bizim tarafımızda kalır.

Sonuçta bir usta da sadece kendisi olur ve ondan herkes subjektif olarak ne alıyorsa kendince alır. Orada dahi tam bir iletişim yoktur. Usta hakikati olabilecek her kanaldan aktarır ve mürit de alabildiği her kanaldan alır.

Ama yine de hakikatin kendisi anlatılmış olmaz.

O sadece ve sadece hakikatin kendisi olunduğunda anlaşılır. Ki o zaman da başkalarına anlatmak mümkün olmaz.. Tıpkı elmanın tadının tarifi gibi aslında tanımsızdır… Dolayısıyla aktarılamaz…

Oysa tüm organize dinler hakikatin kendisi olmuş ustalara, masterlara, ermişlere, mürşitlere bakıp, onların sözlerini okuyup hakikati aktarmaya çalışırlar. Ama nafile..

Anlattıkları her şey yarım yamalak olmak zorunda. Ve hakikatin tamamı değil sadece bir kısmını aktardığında hiçbir dinin yahut öğretinin bir anlamı olamaz.

Mesela gideceğimiz yerin yarı yolunda bozulan bir araba bizim ne işimize yarar? Yahut bir filin nasıl bir şey olduğunu bilmeyen bir insana sadece kuyruğunu anlatsak fil hakkında öğrendiği şey nedir?

Dolayısıyla yarım yamalak hakikat kırıntıları ile insanlık kör topal bu kadar ilerleyebildi…

Bilincin bir nebze yükselmesinin bedeli bunca acı ve yıkım oldu..

Sonuç olarak zaten lisanla aktarılamayacak bir şeyin iletişimini kuramamaktan doğal bir şey olamaz…

Sorduğun sorunun yanıtına geldiğimizde ise yine aynı şeyler prensipte geçerli.

Zihin nedir?

Zihin bilincin dışarıya yönelmesi nedeniyle vardır. İnsan tamamıyla kendine yöneldiğinde zihin ortadan kaybolacaktır.

Zihnin tüm kanalları dışarıya açıktır ve ona yönelir… Zihin bütünüyle sözcükler ve lisan üzerine inşa edilmiştir.

Kullandığımız kavramlar ve simgeler hakikati temsil etmekle işe başlasa da giderek hakikatin yerini almaya başlar…

Her bir sözcük temsil ettiği şeyin niteliğini belirlemeye başlar.

“Allah” yeni konuşmayı söken bir çocuk için sadece basit bir sözcük iken koyu dindar bir Müslüman için uğrunda insanların katledilebileceği, hayatını feda edebileceği bir “hakikat” halini alır.

İşte biz buna, bu sürece zihin diyebiliriz. Zihin demek birtakım sözcüklerin hakikatin yerini aldığı sanal bir mekanizma demektir.

Bir Türk zihni, dört harften oluşma bir kelimenin kendisini, Türk varlığı olarak adlandırdığımız ama aslen yaratılmış ve yeniden üretilmiş anlamlar bütünüdür. Türk deyince buralarda yetişmiş insanlar için belirli resimler, duygular, çağrışımlar uçuşur…

Artık zihnimiz kirlenmiştir.

Bir Alman yahut bir Japon için de aynı şey olmuştur.

Evet, Türkiye’de doğmuş olmak burada birtakım şeyler yaşamış olmak bizde asla silinmeyecek izler bırakır. Ve bunar iyi yahut kötü olarak tanımlanması anlamsız şeylerdir.

Bir ağaç belirli bir iklimde büyüdüğünde o iklimin üzerindeki izlerini nasıl taşıyorsa bizler için de burada yaşamak, bu dili konuşmak vs. sadece maruz kaldığımız etkilerdir..

Ama biz o etkileri kendimizmiş yahut hakikatimizmiş gibi algılıyoruz.

Tüm ideolojiler ve öğretiler bu sürecin nasıl maniple edileceği üzerine kurludur. Tüm çabaları insanların zihninin içine bir şeylerin nasıl ve nelerin aktarılacağı konusunda etkilerinin olması üzerinedir.

Sevgili Özcan, zihin denen şeyin sakinleşmesi, susturulması demek senin kendin olarak özdeşleşmiş olduğun ama aslen özünle hiçbir ilgisi olmayan her şeyin ortadan kalkması demek. Buna hazır mısın? Kayıtlı her şeyin silinmesine hazır mısın? Kendin zannettiğin şeyin ölmesine hazır mısın?

Eğer bunlara hazırsan, sana dışarıdan verilmiş olan ve hakikatin yerine geçmiş olan sahte dünyanın dağılıp gitmesine hazırsan meditasyona başlamalısın.

Meditasyon dışında zihnin sakinleşmesini sağlayabilecek herhangi bir şey yoktur.

Sen onu sağlayamazsın.

Çünkü o zihni sen yaratmadın. Sen o zihnin içine doğdun ve onun içinde büyüdün.

Ondan doğrudan ve iradene bağlı bir şekilde kurtulman mümkün değil.

Sen sadece hakiki doğanı fark edebilirsin. Hakiki doğanı bulduğunda zihnin aslında çok uzaklarda kaldığını göreceksin.

Ama zihin kendiliğinden ortada kalkacak. Sen onu ortadan kaldırmayacaksın.

Onunla savaşamazsın. Savaşırsan zaten zihninin içindesin çünkü. Mücadelenin bizzat kendisi zihnin işlevidir.

Zihinden -yahut herhangi bir şeyden- kurtulma çabasının ta kendisi zihnin bir işlevidir.

Negatif bir şeyle savaşılamaz. Negatif ile doğrudan hiçbir şey yapılamaz.

Sadece sen pozitif bir şey yapabilirsin. Karanlıkla savaşmanın tek yolu vardır ışık yakmak.

Ve ışık yakmak savaşmak dahi değildir. Sen doğru olanı yaptığında yanlış kendiliğinden yok oluverir.

Meditasyon kendi alevimizi tutuşturmaktan başka bir şey değildir. Karanlıkların aydınlanması için, bilinçaltımızın bilince dönüşmesi için yapabileceğimiz yegane şeydir.

Bunu için yapabileceğin tek şey zihninle savaşmak değil onları sanki başka birilerinin zihniymiş gibi izlemek… Hiçbir şey yapmadan izlemek ve müdahil olmamak. O düşünceler sana ait olmadığından onlar üzerinde bir şey yapma şansın yok.

Zihin ekranında yansıyan filmler onlar..

Sen de filme giden bir izleyici gibi izle o filmi.

Bazen korku filmi, bazen aşk filmi, bazen seks filmi, bazen siyasi, felsefi, bazen edebi, bazen ekonomiyle ilgili filmler göreceksin… Ne gördüğünün zerre önemi yok. Ne de olsa hepsi film. Sen o filmleri izleyensin.

Tadını çıkart. Mısır patlağı al, belki bir tane de kola ya da çay… Otur seyret. Bak bakalım ne oluyor.

Onlar hayaletlerdir.

Ve hayaletler onlardan korktuğun yahut onlara tepki verdiğin oranda güç sahibidir.

Bırak film oynasın…

Ayn filmleri göre göre bir yerden sonra ilgi çekici olmayacaklar.

Giderek sinema salonu sana dar gelmeye başlayacak ve kendini dışarıya, açık gökyüzüne atmak isteyeceksin. Taze hava, çiçek kokuları, kuş cıvıltıları daha da bir çekici olacak.

Başkalarının seni inandırmak için yarattığı filmlerdense hayatın kendisi, çok daha heyecan verici olacak…

Başta küçük bir çocuğun ilk kez dışarıya çıkması gibi kısa süreler  dışarı çıkıp evinin yahut sinema salonunun güvenli ve korunaklı koltuklarına gömüleceksin… Ama dışarısının bir kez tadına vardığında hep o karanlık salonlardan dışarıya gitmek isteyeceksin…

Bir yerden sonra ise sinema salonuna sadece istediğin bir film olduğunda ve sen karar verdiğinde girecek, orada eğlenecek ve canın isterse filmi yarıda kesip dışarı çıkıvereceksin…

Görünen o ki sen filmden fena halde sıkılmışa benziyorsun…

Onu izle. Sıkıldığın halde izle… Bir süre sonra tüm film numaralarını ve hilelerini algılamaya başlayacaksın.

O zaman artık seni kandıramayacak, o zaman senin üzerinde gerçekmiş yanılgısı yaratamayacak…

Şimdi sırtını arkaya yasla, gevşe ve filmin tadını çıkart…

Sangeet Erdoğan Şemsiyeci

Bizi Sosyal Medya Hesaplarımızdan Takip Etmeyi Unutmayın