Aile Dizimi Terapisi & Sertifikalı Eğitimler

Vicdan, Suçluluk ve Kader Üzerine

İçindekiler

Vicdan, Suçluluk ve Kader Üzerine

Bir hadis vardır: “Kötülük, vicdanını rahatsız eden ve insanların bilmesini istemediğin şeydir.”

Bu ne demek? İnsanın kimsenin bilmesine izin vermediği şeyi bilen ve reddetmeyen tarafıdır vicdanı. Biraz daha açarsak vicdan içimizdeki diğerleridir.

“Diğer” dediğimiz insanlar aslında içimizdedir. Onlar adına kendimizi yargıladığımız yargıcımızdır, vicdan.

Kimseyi dışlayamayız. Dışladığımız kim yahut ne varsa vicdanımıza dönüşecektir. Kendimizi açmaktan çekinmediğimiz, özgürce ifade ettiğimiz ve dolayısıyla başkalarına zarar vermediğine inandığımız şeyler, kendimizle ilgili kabullenmeye hazır olduğumuz yanlarımızdır. Gizli kalmış, saklanması gerektiğine inandığımız, utandığımız, izin veremediğimiz yanlarımızı bastırırız.

Burada hassas bir ayrım da söz konusu: Hangi eylemler ve durumlar hakiki bir vicdani mesele olmalı, hangileri koşullanmalarla oluşuyor? Mesela, kimi toplumlarda kadın ve erkek o kadar toplumsal kurallarla birbirlerinden ayrılmışlardır ki, cinsellik, aşk gibi son derece meşru bir şey dahi utanılacak ve saklanacak bir şeye dönüşebiliyor.

İnsanların bilinçli olması gerektiği alanlarda koşullanmalar devreye girince, vicdan başkalarının değer yargılarını incitmeme, onların kaldırabilecekleri ahlaki değerleri sarsmama adına da devreye giriyor. Suçluluk duygusu üretiyor.

Suç değil, suçluluk…

Bu ayrım önemli. Suç diğerine karşı işlenen bir şeydir. Suçluluk ise kişinin kendisi için yaptığı bir tercihin başkasının duyguları üzerindeki etkisinden kaynaklanan üzüntüdür. Kişinin kendisine vermekten utandığı bir şeyin bedelidir daha çok.

Oysa vicdan, işlevsel olarak dışlanmış ve saklanmaması gereken şeyleri açığa çıkartmada diğerleri adına içimizde taşıdığımız sorumluluk duygusudur. Suçu işlemişizdir, kötülüğü yapmışızdır. Bunu saklamış ve gizlemişizdir. Suçtan ve onun cezasından kaçmışızdır. Suçumuz cezasız kalmıştır ve o cezayı kendimize kesiyoruzdur.

Vicdan sadece bu durumda işlevseldir.

Suçluluk üreten şey vicdandan çok koşullanmadır. Koşullanma nedeniyle aslında bir cezası olmaması gereken bir tercih, bir eylemin başkalarını mutlu etmek adına pişmanlığa dönüşür. Kişi kendi arzularını, mutluluğunu, tercihlerini reddeder ve diğerlerinin tercihleri ve mutluluğu adına kendisini yargılar. Bu hastalıktır. Suçluluk hastalıktır. Kanser gibidir. Bu sağlıksız toplumun, değerlerin bireyi ezdiği, sınırladığı insan ilişkileri sonucudur.

Ancak vicdan gereklidir. Onun sesine kulak verilmediğinde insani bir şeyleri yitiririz. Bir başkasına verilmiş bir zarar, onun kaybettiği üzerine konulmuş bir kazanç vicdani bir sorun yaratır. İçimizdeki, bizde yansıyan “diğerleri” vicdanımız olarak bize seslenir. Onu dinlemek gerekir. Ama herkes bu sese kulak veremez. Vicdanını dinlemeyenlere ne olacak peki? Onlar da topluluk vicdanı aracılığıyla kendinden sonra gelenlere bu sorumluluğu aktaracak… Ve o topluluk vicdanı sonradan gelenlerin üstleneceği bir yük olacak.

Alakasız kişilerin ödediği bedeller yüzünden dünyanın şimdiki haline bakınca, bizim gözümüzden onun “adaletsizliklerle” dolu olduğunu düşünüyoruz. Adalet de adaletsizlikler de miras aldığımız kaderlerdir. Bu çemberin dışına sadece farkındalıkla, bilinçle çıkabiliriz. Karma denen, kader denen şeyler hep bununla alakalıdır. İçimizi aydınlatmak, arınmak, temizlenmek, maneviyat yüzleşmeler ve farkındalıklar yoludur.

Yapıp-ettiğimiz hiçbir şeyi kalbimizin derinliklerindeki hakikat düzeyinde anlamadan, çözümlemeden, onları kimseden saklama ihtiyacı duymadan açıkça ifade edebilmeye cesaret edemeden, kısacası yüzleşmediğimiz ve ötesine bakamadığımız hiçbir şey kalmayana kadar özgürlük sadece bir hayaldir.

Ve içimizde en önce kendi kendimize hakikati veremezsek kimseyle bunu paylaşamayız. Gerçek yüzleşme içseldir. Dışarıyla dolaylı ilgisi vardır. Kendi içimizde bütün olmadan evvel, diğer insanlar sakladığımız, sakındığımız kısımları temsil ederler.

Bizden önce vicdanını dinlememiş olanlardan miras aldığımız haksızlıklar kaderimizi, geleceğimizi, bugünümüzü belirler. Bu yüzden karma oluşur. Kader diye bir şeyi yüklenir ve yükleriz…

ÇARKI FELEK

Bu geçmişin geleceği belirlediği; haklının haksıza, haksızın haklıya dönüştüğü çark-ı felek ne zaman durur? Çomak sokmak ve bu çarkı durdurmak mümkün olamaz mı?

İnsanlığın bu bilinç seviyesinde tüm çarkı durdurmak imkansız. Bu çark dönüyor ve dönecek. Sadece o çarktan dışarı çıkmak, bu çarkın dışında olmayı tercih etmek mümkün olabilir. Yani çarkı durdurmak, tersine döndürmek vs. değil ondan özgürleşmek mümkündür.

Kurtuluş bireyseldir. Ancak bir birey bu çarkı fark edip onun dışına çıkmak üzere karma yaratmamayı seçerse özgür olacaktır. Ancak bunun için dahi bir seviyede bilinçli olmak gerekir. Bu da yine geçmişin etkisinin bir düzeyde nötrleşmeye başlamış olmasıyla alakalıdır.

Kısacası bu yazıyı okuyorsanız ve bu kadar ilerlediyseniz, mesela, ihtimal o ki bilinciniz ve özgürlüğe erişmeye olan hazırlık düzeyiniz, karmanın-kaderin kurbanı ve faili olma eğiliminizden daha yüksektir.

Bunun ima ettiği şeylerden birisi şudur: Bu çarkın dönmesini sağlayan enerji insanların karmalarını ve kaderlerini taşımaya olan isteklerinden sağlanmaktadır. Yani insanların çok büyük bir bölümü, kişinin tek başına taşıyamayacağı kadar büyük olayları yaratmaya devam edecek ve bu da sonradan gelen kuşakların aracılığıyla devam edecektir.

Çarkı döndüren şey geçmişte yapılmış olan insan eylemlerinin sonuçlarının bunu yapanların hayatları süresince karşılarına çıkmamış olmasıdır. Bizlerin kısa ömrümüz içerisinde anlam vermemize imkan tanımayan miyop bakışımız hayatın adaletsizliklerini görüp isyan ediyor. Ancak sürmekte olan yahut henüz ortaya çıkmamış her olay geçmişten gelen bir sürekliliğin sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Şimdi yaptığımız iyi yahut kötü ne varsa çiçeklerini yarın yahut ondan sonraki zamanda ortaya çıkartacak.

Özgürlük sadece karma yaratmadan, hiçbir iz bırakmadan bu dünyada mevcut olmakta yatıyor. Bunun için geçmişin omuzlarımıza yüklediği, bize ait olmayan sorumlulukları bırakmak ve kimsenin omuzlarına herhangi bir şeyin sorumluluğunu bir yük olarak bırakmamaktan geçiyor. Sadece kendimiz olmak ve kendimiz kadar kalabilmek. Aldığımız her şeyin karşılığını vermek. Doğru prensipler çerçevesinde elbette…

SANGEET ERDOĞAN ŞEMSİYECİ

Bizi Sosyal Medya Hesaplarımızdan Takip Etmeyi Unutmayın