Aile Dizimi Terapisi & Sertifikalı Eğitimler

Şampiyon Kim? Boşlukları doldurun! (Ya da Batılıların Kibri Nereye Kadar)

İçindekiler

Daha önce Almanya’nın Dünya kupasından benzeri görülmemiş bir biçimde elenmesinin Mesut Özil ve İlkay Gündoğan hakkında yapılan sistemik yanlışlarla alakasını ifade etmeye çalıştığım bir yazı yazmıştım. Halen kupa devam etmekteydi ve sonrasında Dünya Kupası sonlandı, şampiyon Fransa oldu.

Gerek Fransa’nın şampiyonluğu gerekse Mesut Özil’in yakın zamanda yayınlamış olduğu yazı ile Almanya Milli Futbol takımından ayrılma kararı üzerine biraz daha konuyu derinleştirmek istedim. Sorun sadece futbol, spor ya da Almanya değildir, sorun global dünyada işlerin nasıl yürüyeceği ve nasıl bir yaklaşımla hayata bakmayı öğrenmemiz gerektiğiyle ilgilidir.

Öncelikle konuyu şu şekilde ele almak gerekir: Nasıl ki bir futbol takımı ya da basket vs. takımı sadece kendi ülkesinin vatandaşlarıyla şampiyon olamıyorsa, sadece kendi (göçmen ve/veya devşirme olmayan) vatandaşlarıyla bir ülkenin şampiyon olması da o kadar zordur. Aslında neredeyse  diğer tüm alanlarda da dünyanın en iyisi olması çok zordur. Dünya halkları giderek daha çok birbirinin içerisine geçmeye devam edecek ver her ırk ve kökenden insan arasındaki tüm yeteneklere her ülke ihtiyaç duyacaktır. Ancak futboldan başladık oradan devam edelim..

Bunu anlamak için son şampiyon Fransa’ya bir bakalım: İlk 11’de ismi Fransızca olup beyaz olan sadece dört oyuncu var. Geriye kalanların yarısından fazlası siyah (Afrika kökenli) diğer birkaç tanesi de epey esmer ve isimleri oldukça tanıdık (Arap asıllı). Fransız gibi Fransız futbolcu ara ki bulasın. Sadece dört tane “hakiki Fransız olan Fransız” futbolcu var. Ama şampiyon Fransa!

Bizde de Avrupa şampiyonu olan Fenerbahçe Basketbol Takımını hatırlayalım, sadece iki üç tane yedek Türk oyuncu var. Ama şampiyon olan takım Türk takımı! Yine de kulüp takımı olunca artık profesyonel olan bir işletme gibi düşünebileceğimizden bu sorun olmayabilir…

Ama bir ulusal takımın çoğunluğu göçmenlerden oluşunca ne yapmak gerekir? Fransa’daki tartışmaları bilmiyorum ama en azından onlar şampiyona boyunca oyuncuların renkleri ve kökenleri tartışmaya açmadı sanırım. Oyuncular milli takım için ter dökerken en azından ıslıklanmadı ve ulusa dahil edildi. Belki orada da başarısız olunsa muhtemelen göçmen oyuncular sorgulanacaktı bilemiyorum. Ama başarı varken tıpkı Mesut Özil’in ifade ettiği gibi kabul edilirken başarısızlıkta göçmen, öteki, vs. denip dışlanabiliyorlar… Fransa bunu yapmadı ve şampiyonada başarılı oldu.

Almanlar yapılmaması gereken şeyi yaptı. Sadece kökenlerini tamamen yok saydığı, bir bağlantısı yokmuş gibi davrandığı sürece göçmen asıllı oyuncularını dahil etti ve onurlandırdı ama kökenlerine sahip çıktığı anda onları eleştirdi ve dışlamaya kalkıştı. Şampiyona başlamadan evvel ve şampiyona esnasında bunu yapmaları sistemik sebepler yüzünden takımın kimyasını bozdu. İstedikleri kadar teknik sebep arasınlar turnuvaya kadar tek bir mağlubiyet almamış aynı takımda değişen nedir? Sadece kendine hizmet eden oyuncusunun güçlenmekte olan ülkesinin Cumhurbaşkanı Başkan adayıyla fotoğraf çektirdiler diye iki oyuncusuna haksızlık ettiler. Ve milyonlarca göçmen asıllı vatandaşlarının kalbini kırdılar. Takımda başka göçmen asıllı oyuncular da vardı… (detaylı yazı için tıklayınız)

Sonuçta kendi başarısına katkı sağlamış olan ve refahına hizmet etmiş olan insanları sadece kendilerine benzediklerinde ve kökenlerini unutup geçmişlerine ihanet ettikleri sürece kabul edeceklerini göstermiş oldular.

Benim şahsi kanaatim Almanya’nın kendi kimliğiyle ilgili sahip olduğu kibirden önümüzdeki dönemde çok ıstırap çekeceği ve kimliğini değerler ve ortak yaşam olanaklarına göre genişletmektense kendi tanımına göçmenleri sıkıştırmayı tercih ettiği sürece gerileyip tehlikeli bir ülkeye dönüşebileceğidir. Ve bunun kanıtını 50-60 yıl öncesine bakınca görmek zaten mümkün. Sicili bu kadar kötü olan bir toplumun halen ırkçılık temelinde bir kimlik arayışında olması ve şuursuzca kendisine hizmet eden insanların geçmişine saygısızlık etme cüreti göstermesi hastalığının iyileşmemiş olduğunun delaletidir.

Kendisini sadece diğeri olarak tanımladığından üstün hissettiği sürece değerli görme eğiliminde olan bu gibi kimlikler dünyanın en büyük belasıdır. Maalesef Batı dünyası sömürgecilik geçmişinden edindiği maddi avantajlarla sahte üstünlük duygusunu bırakmakta zorlanıyor. Kaynaklarını sömürerek yoksul, eğitimsiz ve aşağılanmış olarak maddi-manevi zararlar verdiği insanları göçmen olarak almak çok zor geliyor kendilerine.

Üstüne üstlük onların yoksulluklarının sebebi olan zenginliklerini sürdürmek için ihtiyaç duydukları göçmenleri ülkelerinde sadece aşağı seviye işleri yaparken görmek istiyorlar. Hatta kölelik dönemlerinden kalma güdüleriyle onların efendileriymişçesine geçmişlerine, ülkelerine, kültürlerine, atalarına saygısızlık ederken kendilerine koşulsuz biat etmelerini bekliyorlar…

Mesut Özil sadece anne babasının doğduğu ülkenin, akrabalarının yaşadığı ülkenin, gönlünün bağlı olduğu ülkenin Cumhurbaşkanı ile fotoğraf çektirdiği için yaptığı tüm katkılara rağmen, dünyanın kendi oynadığı alandaki en iyi üç-beş futbolcusundan birisi olmasına rağmen , bugüne kadar Almanya için tek bir olumsuz söz yahut düşünce ifade etmemiş olmasına rağmen bu muameleye layık görülebiliyor.

Bir de fabrikalarda uzun saatler Almanların tercih etmeyeceği işleri onlardan daha az paralara yapan, temizlik yapan, hizmet eden, iki-üç vardiya gece gündüz çalışan, eğitimsiz, Almancası çok düzgün olmayan emekçi insanların nelere maruz kaldığını bir düşünün.

MEDENİYET (!) SAHİBİNİN KİBRİ?

Almanların ve Avrupalıların birtakım insanları aşağılamadan kendilerini rahat hissedememelerinin ardında ne yatıyor? Bu kibir neden gerekli? Birilerini küçük görmeden kendisini iyi hissedemeyen bir insan hakiki manada “insan” sıfatını hak ediyor mudur?

Bu sorulara vereceğimiz cevap “medeniyetin” ne olduğuna vereceğimiz yanıt ile aynıdır.

Medeniyet insan hakları beyannamesini yazıya döküp onun tam tersini yapmak değildir. Medeniyet kendisinden zengin olana hayranlık beslerken kendinden yoksul olanı aşağılamak değildir. Medeniyet dedelerinin sömürdüğü halkların, aldığı canların sonucunda oluşan zenginlikle böbürlenip sömürdüğün insanların yoksulluğu ve yoksunluklarıyla alay etmek değildir. Medeniyet milyonlarca insanı fırınlarda yaktıktan sonra bizle ilgisi yok ki Naziler yaptı diyerek aradan sıyrılmak değildir.  Medeniyet demek ırzına, namusuna, malına, canına kast eden teröristleri palazlandırıp bir ülkenin başına bela ettikten sonra bir yandan onları destekleyip korurken onunla mücadele ettiği için ülkenin güvenlik politikalarını bahane ederek hükümeti eleştirip “sizde demokrasi yok, medeni değilsiniz, bize layık değilsiniz, vs.” teraneleri okumak değildir.

Almanya’nın Türkiye’ye karşı giderek düşmanca olmaya başlayan politikalarının ardında artık bu ülkeyi aşağılamak için elinde yeterince done olmaması yatıyor olmalı. Küçük görmektense muhatap alöak zorunda hissetmek hoşuna gitmiyor olmalı. Bu artık maalesef hezeyan seviyelerine erişmektedir. Jöntürklerle başlattıkları ve devamında Cumhuriyet Türkiye’sinde palazlandırıp besiye aldıkları kendinden –ve halkından- nefret eden aydın tiplemesinin giderek silinip kaybolduğunu görmek onlara iyi gelmiyor. Derin devlet vs. gibi aygıtların ellerinden kayıp gittiğini ve kontrolün tekrar halkın eline geçtiğini fark edip artık Türk halkına eşit muamele göstermek zorunda kalmaları zorlarına gidiyor. Kendilerine layık gördükleri demokrasinin Türkiye’de halkın gücüyle güçlenmesine diktatörlük demekten utanmıyorlar.

Ancak bu hezeyanlar ve sadece düşman ile aşağıda gördüğü kimlikle kendini anlamlı zanneden sahte benliklerinin dağılıp gitmesini önleyemeyecekler. Çünkü artık Türkiye ile sınırlı olmayan tüm Doğu toplumları, namı değer 3. Dünya artık 1. Dünya olmaya namzet.

Yirmi Birinci Yüzyılda artık diğerinden korkmayan, diğerini de eşit gören ve birlikte daha sağlıklı ve dengeli ilişkiler kurmaktan gocunmayan kimlikler ayakta kalacak. Çünkü dünya artık iç içe. Sömürgecilik dönemlerinden kalma arkaik üstünlük taslamalar, kibirli böbürlenmeler değil insani olan ve herkesi dahil eden bir dünya kültürü oluşuyor.

Bunu anlayabilmek için dışlayanlardan değil dışlanmış olanlardan oluşan bir dünya düzeni gerekiyor. Zenginlik ve büyüme bugüne kadar aşağılanmış olan, önemsenmemiş olan, sömürülmüş olanların önünde açılıyor. Çünkü artık doygun hale gelmiş çalışma ihtiyacı duymayan, yedi sülalesine yetecek zenginlik sahibi vatandaşlarından verim almak ve onları motive etmek giderek zorlaşıyor Batılılar için. Oysa yoksul bıraktıkları dışlanmış toplumlarda hala hareket var ve hala zenginlik ve büyüme potansiyeli orada canlı…

Mesut Özil’in şahsında, Pogba’nın, Mbappe’nin, Zidane’ın, Benzema’nın şahsında simgelenen başarı ve çalışkanlık örneklerinde olduğu gibi, geçmişini reddetmeyen ama bugününe de sahip çıkıp hizmet etmekte gocunmayan insanların yüzyılı olacak bu yüzyıl.

Dışlayanların değil, dahil edenlerin, nefret edenlerin değil kabul edenlerin, yok edenlerin değil var edenlerin yüzyılı olacak bu yüzyıl.

Artık Batı, dünyanın geri kalanından teknolojik olarak da, bilgi olarak da, eğitim veya görgü olarak da üstün değil. Şu anki avantajları sadece geçmişten edindikleri mirastan ibarettir. Korkunun ecele faydası olmayacak. Devran döndü. Artık alttakiler üste çıkacak.

Bu yüzyıl ve sonrası insanlığın tümünü kucaklayan ülkeler, kültürler ve anlayışların güçleneceği ve ön plana çıkacağı zamanlar olacak.

Önümüzdeki yüzyıl kadim kültür ve medeniyetlerin onları kadim kılan ilkeleri sayesinde güçlenip yeniden belirleyici olacakları bir çağ olacak. Şimdiden görebiliyoruz: Birkaç on yıl içerisinde Çin, Hindistan, Rusya, Türkiye, İran gibi kadim medeniyetlerin beşiği olan ülkeler şu anki Batılı güçlerin üzerinde bir ekonomik ve siyasal güç sağlayacaklar.

Batı ise sömürgecilik ve emperyalist kökenlerinin getirdiği hakikati olmayan ve gerçek bir dayanağı bulunmayan kibirlerinin kurbanı olacaklar. Aşağı gördükleri ülkelerin ve kültürlerin onları nasıl sürklase ettiklerini göreceğiz.

O zamanlar geldiğinde, artık Afrika’dan, Asya’dan, Araplardan göçmen almayan ülkeler bakalım sporda ne yapacaklar. O zaman Almanya’nın Mesut Özil diye bir sorunu olmayacak çünkü Mesutlar, İlkaylar, Boatengler artık kendi ait oldukları memleketlerinde refah içerisinde yaşayabilecek ve sömürgecilere hizmet etmek zorunda kalmadan kendi ulusal takımlarına ter dökecekler.

Giderek azalan nüfuslarının şimdi dışladıkları göçmenlerle karışıp yeni bir ırk ve kimlik yarattığını görüp saçma sapan bir şey için, mevcut olmayan sanal bir kimlik algısı uğruna atalarının yakıp yok ettikleri milyonlarca Yahudi’yi ve ruhlarını zedeledikleri milyonlarca göçmen Türk, Bosnalı, Afrikalı, Asyalı insanları düşünüp pişman olacaklar… Eğer azıcık insanlıkları ve vicdanları varsa.

Öteki dediğin şey insanın kendisinde kabullenmekten kaçındığı şeydir. Almanlar için Türkler ya da diğer göçmenler her ne ise onu kabul etseler iyi olur. Çünkü dışladıkları şeylerin kendisine dönüşecekler ve azınlık olacaklar…

Zenginlik olarak da sayısal olarak da azınlık olacaklar. Az olacaklar.

Maddiyatın maneviyatı yok saymadığı, insanı sadece insan olduğu için kucaklayacak bir medeniyet kurmak zorundayız.

Hem zengin hem verici, hem güçlü hem merhametli, hem başarılı hem mütevazi, hem refah içerisinde hem de yoksulun hizmetinde bir medeniyet…

Almanların ve Batılıların aksine geçmişimiz bizim için bunu başardığımız örneklerle dolu.

Sömürmeden yönetebilmek, hakları çiğnemeden saygılı olarak bir şeylere sahip olabilmek. Yaratılan yaratandan ötürü sevebilmek. Gönlünü açmak ve dahil etmek biz Anadolu insanının çağlar boyunca yaptığı ve çoktan rüştünü ispatlamış olduğu bir şeydir.

Üzülme Mesut. Seni aşağılamaya çalışan zavallı Nazi artıklarının hiçbir hükmü yok tarihte. Onların medeniyeti sadece bir makyajdır.

Her seferinde hatırladığımda yüz yıl sonra bile halen geçerli olduğunu tekrar tekrar kanıtlayan muazzam İstiklal Marşımızda Mehmet Akif Usta’nın söylediği gibi “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış bir canavardır” olsa olsa… Dişleri dökülmüş bir canavar. Aynaya baksa ne kadar zavallı olduğunu görecek… Göreceli azametinin esasında ne türden bir mirasyedilik olduğunu, sermayeden yediğini çok iyi anlayacak anlamasına ama aynası yok bunların. Kendilerini dev sanmaları ondandır.

Biz de bugüne kadar maalesef kendimizi koyunların arasında kaldığımızdan koyun zannettik.

Oysa biz bir aslan yavrusuyduk hep. Gerçek bir aslan bizi görüp de sen bunların arasında ne yapıyorsun demek zorundaydı. Biz de “ne demek istiyorsun, ben de koyunum” dedik. Ta ki suyun kenarına gelip de aslan olduğumuzu yansımamızdan anlayana kadar…

O an sesimiz aslan kükremesiyle çınlattı çınlatıyor ortalığı…

Gerçek bir aslan olduğumuzu anladık artık.

Koyunlar bizlerden korkacak bundan sonra. Onlardan birisi olmayacağız artık Mesut…

Sen kükredin.

Koyunlar rahatsız oldu.

Hepsi bu.

Bizi Sosyal Medya Hesaplarımızdan Takip Etmeyi Unutmayın